Derslik Tavrı seminerlerinin ilki olan “Rakamlarla Türkiye ve Dünya Gerçeği” temalı sohbeti hafta sonunda yaptık. İki bölüm olarak planlanan seminerde ara vermeden devam ettik ve ortalama iki saati aşkın bir sürede ulaşabildiğimiz mevzuları tartıştık, soru-yanıt ve katkılar şeklinde ilk seminer gelişti. Derhal kişisel kanaatimi söylemem gerekirse, birincisi emekçi dostlar içinde bu şekilde konuşmaların olağanüstü yararlı olacağını düşünüyorum. Nitekim birinci seminere emekçi dostların ilgisi, yönelttikleri sorular ve yaptıkları katkılardan bunu oldukca net olarak gördüm. İkincisi, gurubun benzeşik olmasına karşın, iletişimde derhal hiçbir aksama ya da yazışma güçlüğü yaşamamış olması doğrusu beni oldukca mutlu etti. Üçüncüsü ise, arkadaşların oldukca daha çok sual sormasını beklerdim, sadece sanırım dinlemeyi yeğledi arkadaşlarımız. Ya da, son anda bir dostumuzun belirttiği anlatımın anlaşılır düzeyde olmasına itina gösterilmesi meselesi bir ihtimal bu mevzuda dikkate alınması ihtiyaç duyulan bir nokta olarak görülebilir.
Son mevzudan başlamış olacak olursam, konuların ele alınış biçimi bakımından şu şekilde düşündüğümü açıklamak isterim. Mesela Suriye’den gelen insanların sömürülmesi meselesini anlatırken ister istemez ekonominin işleyiş meselelerine girmek gerekiyor. Şöyleki ki, Suriyeli insanların Türkiye’ye alınması siyasal olmasıyla birlikte temelinde ekonominin de oldukca temel meselesi ile de ilgilidir. Bu temel meseleye girmeden Suriye’den gelen insanların feci şekilde sömürüldüğünü söylemek, ana problemi halı altına itmekten farksızdır. Suriyeli insanların sömürülmesini salt bir ana para zulmü olarak görerek problemi ekonomin yanlış üstüne yıkmak yanlış olur. Meselenin birazcık daha derinine imince mevzunun ekonominin verimsizliği ile ilgili bulunduğunu, verimsizlik problemininin da sermayedarların gerçek paracı şeklinde gelişmediğini, bu durumun ana para sahibinin tembelliğinin sonucu bulunduğunu söylemek gerekir, diye düşünüyorum. Kısacası, problem salt bir sömürü olmanın ötesinde, sermayedarın hantallığının ya da yanlış yada çarpık kapitalistleşmenin acı sonucu olduğu vurgulanmalıdır. Suriyelilerin aşırı sömürüye muhatap olmasının ana sebebinin kapitalizmden de öte sosyolojik bir mevzu bulunduğunun belirtilmesi önemlidir. Bundan dolayıdır ki, başta Almanya olmak suretiyle Avrupa ülkeleri göçmen politikalarında bizim şeklinde ham emeğe değil, hem daha nitelikli emeğe yönelmekte, hem de emeğe karşı görece daha saygılı olabilmektedir. Bunun sebebi de, Avrupa sanayisi kadar toplumsal ortamın da bizdekinden daha gelişmiş ve daha verimli olmasıdır.
Konuşmada küreselleşmenin ve finansallaşmanın nereden kaynaklandığını olabildiğince münakaşaya çalıştık. Şöyleki ki, 1970’lerin ortalarında ileri paracı ekonomiklerde gerileyen kâr oranları karşısında sermayenin değişik alanlarda oluşan reflekslerini tartışırken, bunların içinde en önemlilerinin biri piyasaları tüm yerküreye yaymak olan küreselleşmeyi, öteki ile de piyasaları vakit boyutunda yaymak olan finanslaşmayı tartıştık. Günümüzün küreselleşme ve finanslaşma vakasının iyi mi bir çağıl sömürgecilik bulunduğunu, bu bağlamda siyasilerimizin yabancı ana paraya düşkünlüğümün emperyalizme iyi mi hizmet ettiğini görüştük.
Neoliberalizm uygulamalarıyla akademi dünyasında kavramların dahi değiştirildiğini ve bilim görüntüsü altında emperyalizme hizmet edildiğini konuştuk. Şöyleki ki, geçmişte toplam ulusal gelir “ulusal gelir” ya da “milli hasıla” olarak kavramsallaştırılırken, günümüzde “yurtiçi hasıla” kullanılmaktadır. Bunun anlamı şudur ki, ülkeye gelen yabancı yatırımcı üretim yapmış olup katma kıymet oluşturduktan sonrasında, yaratılan bu değerin tümü ülke içinde kalmamakta ve kâr transferi yapıldığında sermayenin ana ülkesinin ulusal gelirine dâhil olmaktadır. Böylece, ulusal gelir yurtiçi hasılanın altında gerçekleşmiş olmaktadır. Buradan çıkaracağımız mühim netice, kapitalizmin sömürüyü ne denli ustalıklı bir halde, hatta bilim dünyasını da kullanarak halkların bakış açısından kaçırmakta usta olduğudur.
Kapitalizmin kendisini iyi mi perdelediğinin bir başka örneğinin de toplumsal demokrasi aldatmacası bulunduğunu konuştuk. Şöyleki ki, toplumsal demokrasi belirli kesimlere piyasa dışı gelir sağlamak şeklinde ele alındığında, bunun kaynağının ve sebebinin araştırılması icap ettiğini belirttik. Açıktır ki, bu harcamanın deposu varsıl kesimden gelmektedir. O vakit karşımıza şu şekilde bir sual çıkmaktadır: Niçin varsıl kesim bu şekilde bir fedakârlığa katlanmaya razı olmaktadır? Bunun iki sebebi bulunduğunu konuştuk. Birincisi toplumsal demokrasi politikalarıyla piyasadan lüzumlu hisse alamayan kesimlere kaynak aktarımı yapıldığından sistem meşrulaştırılmış, sisteme karşı kalkışlar yatıştırılmış olmaktadır. İkincisi ise, toplumsal demokrasi aslına bakarsak ana paraya de yarar sağlamaktadır. Toplumsal demokrasi politikalarıyla genişleyen piyasalardan ana para de piyasa genişlemesi şeklinde yararlanmaktadır. Seminerde bu bağlamda konuşmadığımız bir başka sebep de kapitalistlerin komünizm tehdidinden ürkmesi idi. Günümüzde komünizm tehlikesi olmadığından, ana para yararına yönelik küreselleşme ve finanslaşma ile piyasalar genişletildiğinden toplumsal demokrasi politikalarına gerek kalmamıştır.
Toplumsal demokrasi mevzularını tartışırken bu politikaların aslına bakarsak bir aldatmaca bulunduğunu söylemiş olmakla birlikte, bugün bu aldatmacanın da yaygınlaştırılmasına çalışmalıyız, sadece esas hedefimizin toplumsallaşmak ve sosyalizm bulunduğunu unutmamalıyız. Aksi halde, toplumsal demokrasi bizi aldatır ve aynen İkinci Paylaşım Savaşı ertesinden 1970’lerin ortalarına kadar devam etmiş olan toplumsal demokrasinin bugün gündemde olmadığını, o dönemde aldatılmış olduğumuzu görmemiz gerekir.
Türkiye mevzusuna geldiğimizde, birkaç grafikle istihdam, enflasyon, asgari ücret vb mevzularda ne denli geri bulunduğunu gördük. Kaldı ki, resmi verilerin gerçeği yansıtmadığı da dikkate alındığında halkımızın yoksullaştığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin merkez kapitalizmin çevresinde ve onun tesirinde seyreden gelişmekte olan bir iktisat bulunduğunu ortaya koyduktan sonrasında, bir zamanların bizim de ileride ABD şeklinde olacağımız hayallerinin gerçek olmadığını Samir Âmin görüşü ile özetlemek gerekirse belirttim. Bunun sebebi, kapitalizm, bir dünya sistemi olarak kâr oranlarının gerilemesi sonucunda etkili alan olarak daralmakta, giderek merkezileşmekte ve çevre üstündeki sömürücü tesirini şiddetlendirmektedir. Küreselleşme bu süreci piyasa araçlarıyla yapmış olduğu için sömürü görüntüsü oluşturmamaktadır. Hatta o denli ki, siyasilerimiz yabancı sermayeyi adeta emekçilerimizi sömürsün diye açıkça çağrı etmektedir. Bu trajedi halkımız tarafınca gereği halde anlaşılamamaktadır. Böylesi körlüğe yol açmada destek olan en mühim kurumsal yapı da bilim ve kültür emperyalizmine vasıta olan yüksek eğitim kurumlarıdır. Günümüzde kapitalizmi korumuş olan kaleler tabanca olmasıyla birlikte, birer ideolojik üst-yapı aygıtı olarak yüksek eğitim kurumlarıdır da.
Toplam iki saati birazcık geçen bir süre zarfında dünya ve Türkiye iktisat vakalarını etraflı olarak anlatmak ve hafızalarda yerleşip, münakaşa ortamının sağlanması fazla ihtimaller içinde olmaz. Bir ihtimal ileriki dönemlerde mevzular daha detay düzeyde ve münferiden ele alınarak işlense, karşılıklı tartışmalar daha verimli geçer ve mevzular üstünde daha net antak kalma sağlanıyor olabilir. İ:leriki toplantılarda görüşmek dileği ile..