İlk hatırladığım yıl; tombalada birinci çinko…
Kuruyemiş ve meyve sarhoşluğunda
Sobada kızaran ayva, kapıda kırılan nar
Çatılarda buz sivrisi…
Çocuk yaşımın kar luğu
Hala o bozkırın göğsünde saklı…
Ve kıyısında salkım söğütler
Evimizin önünde kıvrılan Porsuk Çayı
Götürür durur şimdiye
Oldukca okuduğum kitapların adını…
Ağaç ev, piknikler, kilimli evcilik günleri.
Bugün burada böyleysem
O dere kenarındaki çocukluğun izleri…
İstanbul’a ilk sürgün…
Yağmurlarını ve su sıçratan otomobillerini bile sevdiğim o yıl…
Her şeyi yeni dünyaya gelen benzer biçimde keşfettiğim
Bir şehrin içine ev kurarken
Kendi aidiyetimi duyuru ettiğim…
Bir yıl da;
Boğaz köprüsü’nün tam ortasında direksiyon başlangıcında
Köprüden atılan havai fişeklerin altında kalakaldım…
Iyi mi bu şekilde Kadıköy’den Beşiktaş’a her yer ışıl ışıl
Beni hayata aşılayan o yol hep o şekilde sürecek sandım.
Bir yıl var ki..
Orada oldukca oyalandım.
Gözlerim yollarda kaldı
Ilkin yollar anlamını yitirdi
Sonrasında gözlerimin bakmış olduğu görünüm…
Çöp değildi fakat geriye
Unutulmaya kıymet bir senenin hatırsız kırıntıları kaldı…
O şekilde yürekli bir yılım var ki;
Gecenin zifrinde beni yola koyan…
Tüm tenha sokaklar benden sorulur.
İnsan bu cesareti tek bir şeyden alır;
Hasretinden prangalar eskiten canım şairin dizelerinden…
Onu da edebiyat tarihçisi bulsun artık
Orhan Veli’nin de, Ahmet Arif ‘in de ruhu şad olsun.
Bir yıl hatırlıyorum oldukca güldüğüm örneğin;
oldukca ağrıdığını karnımın…
Oldukca film, oldukca dinlence, oldukca beyazperde, oldukca doğum günü…
O yıl gülme yılımmış demek ki
Sonraki yıllardan çaldığım.
Anıların kopuk, hafızanın silik olduğu
bir yıl da var…
Bu şekilde zamanlar insan sadece dostuna döker kelimelerin sitemini…
Listesini tutmadım üstünkörü sevenlerin, ayrılığın, aptallığın…
Cevapları da umurumda değildi.
En sönmüş yemin o bir ihtimal
Unuttum gitti unuttum gitti…
Bir senedir ki O;
Hep mi hep yanıldığım…
Hiçbir işareti anlamadığım.
Beni tutsak eden korkulardan
Her neyse ki acele arındığım…
En oldukca ah’ları sanırım o yıl sıraladım…
Kendimi çözdüğüm bir yılım var;
kaçmaları, saçmalamaları örneğin…
Ve tüm rastlantıların aslen
yazgı ağında hesaplanan koordinatlar bulunduğunu
anladığım…
Kurşun kalemim çiçek açtı o yıl
asla bu kadar yazdığımı hatırlamıyorum.
Sonrasında…
İçimdeki ağrıya saplandığım o yıl…
Kimselere görünmek istemeyen o yanım.
O yanımın yazmakla rahatlamayan yası
Babamı yitirdiğim Onbeş Eylül sabahı
Yetimliğimin imtihanı…
Yüzüm ki şahittir en oldukca orada kırıştım ben
aslolan büyüdüğüm yıl o yıldı…
Ertelediğim bir yıl var bir tane de…
Her şey işte orada tıkandı.
Ne bir kapı çaldım, ne çalınan kapıyı açtım.
En oldukca yaşanasılar bir ihtimal orada saklı kaldı…
Anladım…
Ertelemek karşı gelmekmiş kadere
Ben aşkı galiba orada ıskaladım.
Tam 12’ye birkaç dakika kala yeni yıla;
Feryat çığlığa koltuğa kapaklandığım
O ölüm haberi.
‘Burada bu dağları bir tek sen anlarsın’
söylediği son konuşmamızda
hala kulaklarımda yankılanır sesi.
Ondan sonrasında vakit oldukca hızlandı.
Ondan sonrasında ağlamak oldukca hızlandı.
Ondan sonrasında kararlar oldukca hızlandı.
Kendimle çokça konuştuğum bir yıl oldu bu yıl;
Gıpgri bir günde,
Güneşin yüzüme doğuverdiği iskelede
bir kere da ben yıllardan çalayım dedim.
Vişnenin içine, birazcık karanfil, birazcık tarçın bastım
Alkolü de bir çift kahverengiden damıttım.
Aynada boy verdim bu yıl hayata
Değişmedi söylediğim yerden hem de iyi mi…iyi mi değişen
Düşlerimi düşüncelerimi kalbime yazdım.
Ve tam burada, önümdeki yıla bakarken…
Tüm o seneler içinde biriktirdiğim
Süre denilen o delice fikrin
plağında dönüyorum dönüyorum dönüyorum.
Şarkıları anlayabilmek için
Şarkıları yaşamak gerekirmiş…
Alacaklı verecekli kalmasın diye bütüüüün bu yıllarla
bir de güzel helalleşiyorum.
Masaya bir kadeh daha koy iki gözüm
Bu kere şarkıyı ben yazıyorum.